17 Ağustos 2009; Türkiye tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan 17 Ağustos 1999 depreminin 10. yıldönümü. Resmi açıklamalara göre bu depremde yaklaşım 18.000 kişi yaşamını yitirmiş, 44.000 kişi yaralanmış, 250.000 kişi evsiz kalmış ve 20 milyar dolarlık bir maddi kayıp meydana gelmiştir.
Ülkemiz topraklarının % 92’si, nüfusunun % 95’i, endüstriyel yatımlarının % 75’i deprem kuşağı üzerindedir (Aker T, 2006). Bu nedenle ülkemizin depreme bağlı yaşamış olduğu büyük acıların ve kayıpların unutulmaması, unutturulmaması ve sürekli gündemde tutulması depreme karşı hazırlıklı olabilmemiz için büyük öneme sahiptir.
17 Ağustos 1999 depreminin 10. yıldönümü dolayısı ile Kocaeli’de birçok bilimsel etkinlik düzenlenecektir. Bilimsel etkinlikler arasında 17-19 Ağustos 2009 tarihleri arasında “Uluslar arası Deprem Sempozyumu”, 17 Ağustos 2009 tarihinde “Türkiye, Yarın Olacak Bir Depreme Hazır mısın? Paneli”, 18 Ağustos 2009 tarihinde “Türkiye Afet Risklerinin Azaltılması Platformu” ve 19 Ağustos 2009 tarihinde de Türkiye Psikiyatri Derneği’nin de kurucuları arasında yer aldığı Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği’nin Bölgesel Kapasite Artırma Çalıştayı yapılacaktır.
Depremler ülkemizde ve dünyada en fazla yıkıma ve maddi kayba yol açan afetler arasında yer almaktadır.Afet; insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal yaşamı ve insan faaliyetlerini durdurarak veya kesintiye uğratarak toplulukları etkileyen ve etkilenen topluluğun kendi imkân ve kaynaklarını kullanarak üstesinden gelemeyeceği, doğal, teknolojik veya insan kökenli olaylardır. Dünyada afetler son 40 yılda 3 kat artmış, son 20 yılda 3 milyon kişinin ölümüne ve 800 milyon kişinin etkilenmesine yol açmıştır. Depremler son 20 yılda bir milyondan fazla kişinin ölümüne yol açmışlardır. Ölümlerin % 80’den fazlası 9 ülkede (Çin, Japonya, İtalya, İran, Peru, Türkiye, SSCB, Şili, Pakistan) toplanmıştır. Çarpık kentleşme ve kentsel nüfus artışının bu sonuçlarda oldukça önemli bir rolü vardır. Bu durumu yaratan etmenlerin başında ülkenin az gelişmişliği veya yoksulluğu gelir (Aker T 2006).
Depremlere bağlı psikiyatrik sorunlar, önemli toplum ruh sağlığı önceliklerindendir. Deprem sonrası Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) ve Majör Depresyon (MD) en sık karşılaşılan sorunlardır. TSSB’nin başlıca özelliği, gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kişinin fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşama ya da başka bir kişinin ölümüne ya da ölüm tehdidi altında kalmasına tanıklık etme ya da ailesinden birinin ya da başka bir yakınının beklenmedik ölümünü, öldürülmesini öğrenmesi gibi ağır bir psikososyal travma sonrasında ortaya çıkan birtakım özgül ruhsal belirtiler kümesi olarak tanımlanabilir. Majör Depresyon ise en az 2 hafta süresince depresif bir duygudurum ve/veya neredeyse bütün etkinliklere karşı ilgi kaybının olduğu bir dönemdir. Bu dönemde ayrıca iştah ve uykuda değişiklikler, enerji azalması, değersizlik ya da suçluluk duyguları, dikkatini yoğunlaştırmada ve karar vermede güçlük ve intihar düşünceleri ya da girişimi gibi belirtiler de yer almaktadır. .
Tüm diğer afetlerin olumsuz etkilerinin gelişmekte olan ülkelerde daha fazla görülmesine benzer şekilde, depremlere bağlı ruhsal sorunlar da gelişmekte olan ülkelerde daha fazla gözlenir. Deprem sonrası TSSB’nun görülme yaygınlığı % 3-87 arasında bildirilmektedir (Başoğlu ve ark. 2002). Bu değişkenliği sadece çeşitli yöntemsel farklılıklarla açıklamak güçtür. Depremin neden olduğu yıkım, yol açtığı can kaybı ve çalışmanın yapıldığı zaman gibi pek çok etmen hastalık yaygınlıklarını değiştirebilmektedir (Başoğlu ve ark. 2002). Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki farklar bu açılardan çarpıcıdır. 1994 California (ABD) depremi sonrası TSSB yaygınlığı % 6-13 arasındayken, gelişmekte olan ülkeler için bu oranlar daha yüksektir. Örneğin 1988 Ermenistan Depremi sonrası farklı dönemlerde yapılan çalışmalarda TSSB yaygınlığı % 50-87 arasında bulunmuştur. (Mc Millan 2000, Goenjian ve ark.1994, Armenian ve ark. 2000).
TSSB’nin ortaya çıkması açısından bazı risk faktörleri bulunmaktadır. Bunlar arasında kadın olmak, yaşlı olmak, düşük eğitim seviyesi, deprem öncesinde psikiyatrik sorunların bulunması, deprem sırasında korku yaşamış olmak, enkaz altında kalmış olmak, kurtarma çalışmalarına katılmak, birinci derece yakınını kaybetmiş olmak, maddi kaybın olması, sosyal desteğin yetersiz olması ve devlet desteğinin yetersiz olması bulunmaktadır (Şalcıoğlu 2007). Ayrıca TSSB yaygınlığı deprem merkezine yakın olanlarda ve tedavi arayışı içerisinde olanlarda daha sık saptanmıştır (Kılıç ve Ulusoy 2003).
17 Ağustos 1999 depremi sonrası deprem bölgesinde yapılan çalışmalarda TSSB yaygınlığı %23-43 arasında, MD yaygınlığı ise %16-31 arasında saptanmıştır (Başoğlu ve ark. 2002, Başoğlu ve ark. 2004, Kılıç ve Ulusoy 2003, Şalcıoğlu ve ark. 2003). 1999 Marmara depreminden önemli düzeyde etkilenen diğer bir bölge de İstanbul’un Avcılar ilçesidir. Karamustafalıoğlu ve arkadaşları (2006) tarafından Avcılar’da yapılmış bir çalışmada depremden 1-3 ay sonra TSSB yaygınlığı %30.2 olarak saptanmıştır. , 10. ayda %26.9 ve 20. ayda %10.6 saptanmıştır.
Farklı bir çalışmada ise deprem bölgesinden deprem açısından düşük riskli bir şehir olan Ankara’ya taşınmış depremzedelerde, depremden 4 yıl sonra TSSB ve MD yaygınlığı araştırılmıştır. Bu çalışmada TSSB yaygınlığı %25, MD yaygınlığı ise % 11 saptanmıştır. Ayrıca deprem tarihinde o bölgede yaşarken sonrasında Ankara’ya taşınmış kişilerle, deprem bölgesinde yaşamayan ancak deprem tarihinde tatil ya da ziyaret amacı ile depremi yaşamış kişiler karşılaştırıldığında; taşınmış kişilerin daha fazla psikolojik stres yaşadıkları saptanmıştır (Kılıç ve ark. 2006).
Deprem sonrasında yapılan izleme çalışmalarında TSSB’nin ve MD’nin depremi yaşamış kişilerin önemli bir kısmında varlığını sürdürdüğü saptanmıştır. Deprem sonrası TSSB gelişen kişiler 3 yıl sonra yeniden değerlendirildiklerinde hastaların sadece %39’unun kendiliğinden iyileştiği saptanmıştır. TSSB ile MD’nin birlikte bulunması durumunda kendiliğinden iyileşme oranı daha da düşüktür ve bu hastaların kendiliğinden iyileşme oranının %26 olduğu saptanmıştır (Önder ve ark. 2006). Avcılar’da yapılmış olan çalışmada ise depremden hemen sonra %30.2 olarak saptanan TSSB yaygınlığı; 10. ayda %26.9’a ve 20. ayda %10.6’ya düşmüştür (Karamustafalıoğlu ve ark. 2006).
Deprem sonrası izlem çalışmalarında TSSB yaygınlığının depremden yıllar sonra bile yüksek saptanmasının nedenleri arasında hastalığı olan kişilerin psikiyatrik yardın arayışında bulunmamaları önemli bir yer tutmaktadır. Kılıç (2008) tarafından yapılan bir çalışma depremden sonra ruhsal sorun bildiren kişilerin çoğunun tedavi başvurusunda bulunmadığını
göstermektedir. Bu çalışmada Depremden sonra ruhsal bir sorun nedeniyle yardım arayanların oranı %13.7 saptanmıştır, ancak herhangi bir ruhsal sorunu olanlarda bu oran %42 olarak saptanmıştır. Bu çalışma ülkemizde depreme bağlı ruhsal sorunlar konusunda ciddi derecede karşılanmamış ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Deprem sonrası başvuru oranının düşük olmasına neden olacak pek çok faktör bulunduğu belirtilmektedir. Bunlar arasında psikiyatriste başvuru nedeniyle damgalanma korkusu, sağlık sistemine güvensizlik nedeniyle başvurmama, tedavinin sıkıntı verici anıları canlandıracağından korkma nedeniyle kaçınma, psikiyatrik hastalıkların belirtilerine yönelik farkındalık azlığı, ekonomik nedenler sayılabilir (Kılıç 2008).
Sonuç ve Öneriler
Ülkemiz topraklarının % 92’sinin, nüfusunun % 95’inin, endüstriyel yatımlarının % 75’inin deprem kuşağı üzerinde olduğu ve daha birçok deprem yaşayacağımız bir gerçektir. Deprem sonrası kayıplar depremden değil, depreme hazırlıksız olmaktan kaynaklanmaktadır. Depreme bağlı kayıplarımızı en aza indirebilmek için hem deprem öncesinde hem deprem sırasında hem de deprem sonrasında atmamız gereken pek çok adım bulunmaktadır.
Türkiye Psikiyatri Derneği olarak önerilerimiz;
- Deprem bölgeleri başta olmak üzere tüm ülkede yapılaşmada, yer seçimi ilkelerinden başlayarak daha yüksek standartlar belirlenmeli ve bunları sağlamak üzere yasal ve ekonomik yöntemler geliştirilmelidir. .
- Deprem sırasında ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçlar açısından risk analizi yapılmalı ve buna uygun önlemler alınmalıdır.
- Özellikle deprem riski yüksek bölgelerde deprem nedeniyle ortaya çıkabilecek ruhsal sorunlar ve hastalıklara yönelik toplumda farkındalık yaratacak eğitim çalışmaları yapılmalı, ruh sağlığı alanında çalışan kadrolar olası deprem ve sonuçları açısından sürekli eğitilmelidir.
- Deprem sonrası ruhsal sorunu olan kişilerin tedavi başvuru oranlarının düşüklüğü göz önüne alınarak, toplum temelli ruh sağlığı hizmetlerinin oluşturulmalı ve depremden etkilenen kişilere bulundukları yerde destek sağlanabilecek alt yapı oluşturulmalıdır.
- Yapılan incelemelerde depreme dayanıksız olduğu saptanan ve hala kullanılmakta olan okul, hastane vb kamu binaları öncelikli olarak yenilenmelidir.
Dr Halis Ulaş
TPD Merkez Yönetim Kurulu adına